Stalker

“Neydi o? Bir göktaşı mı? Yoksa kozmik uçurumun sakinlerinden bir ziyaret mi? Öyle ya da böyle küçük ülkemiz bir mucizenin doğuşunu gördü: Bölge. Oraya derhal birlikler gönderdik, dönmediler. Sonra polis kordonuyla bölgeyi kuşattık. Belki de yapılması gereken en doğru şey buydu.”

Tarkovski, Boris ve Arkadiy Strugatskiy biraderlerin yazdığı nefis eseri -Uzayda Piknik- okuyunca dilek odası fikrine kaptırıyor gönlünü. Dilek odasında tuttuğumuz, dışarı vurduğumuz dilekler değil de en derinlerdeki arzularımız gerçekleşiyor. İnsanın en derin arzuları nedir ve bu arzular ortaya çıkmalı mıdır? Sonuçta hiçbirimiz en derinimizde ne olduğunu bilmiyoruz. Vicdanımız mı egemendir yoksa bilinçaltımız mı?

“İnsanlık zerre kadar umrumda değil, bütün insanlığın içinde ilgilendiğim tek bir kişi var: Kendim. Gerçekten bir değerim var mı yoksa diğer insanlar gibi boktan biri miyim?”

Tarkovski, Dostoyevski’yi çok seviyor ve onun romanlarında kullandığı insan psikolojisi bunalımını filmine aksettiriyor. Ayrıca şair bir babanın oğlu olduğu için de karşımıza böyle nefis eser çıkıyor. Bir muharrir, bir bilim insanı ve Bölge artık onun mabedi haline gelmiş bir İz Sürücü ile yolculuğa çıkartıyor seyircisini. Bir de filmde bahsedilen ama hiç görmediğimiz karakterimiz Kirpi. İz Sürücülerin yapamadığını yapıp dilek odasına giren ve bu yolculukta kardeşini de yitiren. Odadan çıktıktan sonra çok zengin olan ve asıl isteğinin para olduğunu farkedince kendine olan inancını kaybedip intihar eden Kirpi.

“Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi aslında istemediğimi nasıl bilebilirim? Ya da istemediğim şeyi istemediğimi? Bunlar anlaşılması zor şeyler. Onları adlandırdığımız an güneşte kalan bir deniz anası gibi çözülür ve anlamları kaybolur. Bilincim dünyayı kendi etrafına çekmek için vejeteryan olmak istiyor ve bilinçaltım bir parça et için çıldırıyor. Peki ben ne istiyorum?”

İz Sürücü, inançla ilgili en iyi yapılmış yapıtlardan biridir, bir tanrı olsa ne kadar iyi olurdu yahut dünya ne kadar güzel bir yer olurdu? İnanmak meselesinin dilek odası ile bu kadar güzel anlatıldığı ve bu konuda hakiki dertleri olan insanlar için muhtaç oldukları felsefi altyapıya sahip, şiirimsi, özümsemek için defalarca izlenecek bir filmdir. İz Sürücü bir insan psikolojisi yorumudur. Bitmek bilmeyen iktidar arzumuza, egomuza bir eleştiridir bir darbedir. Yalnızca o dönemde sovyetler birliğinde değil tüm dünyada devam eden silahlanma yarışına, insanların teknolojik açıdan öncü olma ve bütün dünyanın kontrolünü ele geçirme arzusuna saplanmış bir baltadır. Tarkovski’nin nefreti sadece tüketime odaklanmış, iktidar sahibi olmak için savaşanlaradır. Tarkovski’nin nefreti bilimin yok ediciliğini tanrının yaratıcılığına karşı çıkartanlaradır. Yaratamayan ama yok edebilen bir insanlık fikrinedir. İçimizdeki tanrı kompleksi hepimizi bir bir ele geçirmiş ve artık dünyayı yok edebilecek gücü yaratmaya çalışıyoruz. İnançtan kopmuşuz, ego içine girmişiz ve bu ego içinde kaybolmuşuz.

“Onların bütün planlarının gerçekleşmesini sağla. Onların inanmasını sağla ve onların kendi tutkularına gülmelerini sağla. Onların tutku diye adlandırdıkları şey gerçek bir duygusal enerji değil dış dünyayla ruhları arasındaki bir çatışma. En önemlisi kendilerine inanmalarını sağla. Onların çocuklar gibi çaresiz kalmasına izin ver çünkü zayıflık harika bir şeydir ve güç hiçbir şey değildir. Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir, öldüğü zamansa kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken körpe ve yumuşaktır ama kuru ve sert hale geldiğinde ölüp gider. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır, esneklik ve zayıflık varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir sey kazanmayı başaramaz.”

Monokrom başlayan film Bölge’ye girildiğinde renkleniyor.Sepya görüntüleri ve renkli görüntüleri çok aktif kullanıyor Tarkovski. Film için o dönemlerde sovyetler birliğinde kullanılmayan “Kodak” film markasını kullanıyorlar ve laboratuvarda yanlış işleme yüzünden filmin yarısı mahvoluyor. Tarkovski bunun sabotaj olduğunu düşünse de filmin bozulan yarısı yeni görüntü yönetmeniyle ve aşırı titizlikle tekrar çekiliyor. Filmde kullanılan mekanın varolabileceğine ya da bir film için bile olsa tasarlanabileceğine inanmak güç. Tarkovski ve ekibi Estonya’da 1957 yılında gerçekleşen Çelyabinsk felaketinin ardından terk edilen bir fabrikayı film için mesken tutmuşlar. Rivayet o ki çekimler sırasında radyasyon oranı bu bölgede hâlâ tehlikeli seviyelerdeymiş ve film sonrasında Muharrir’i canlandıran aktör Anatoliy Solonitsyn,Tarkovski ve yardımcı yönetmeni Larisa Tarkovskaya’nın(aynı zamanda eşi) kansere yakalanıp hayatlarını kaybetmelerinde bu filmin çekim sürecinin etkisi yoğunmuş.

İz Sürücü ses bandında da çok aktif ve görüntüyle harika bir ahenk oluşturuyor. Eduard Artemyev ve Tarkovski’nin bu film için çok uzun bir ses çalışması var. Artemyev birkaç çalışma getiriyor ve Tarkovski bunları beğenmiyor. Tarkovski’ye göre müzikle ses arasında belirli bir noktadan sonra fark kalmıyor. İz Sürücü için de Artemyev’e batı formlarında bir doğu müziği veya doğu formlarında bir batı müziği isteğini belirtiyor.

“Müziğe bakalım, o gerçekliğe her şeyden daha az bağlıdır. Ya da bağlıysa bile fikirlerle değil mekaniktir. Basit bir ses çağrışımlardan uzak ama yine de bazı mucizeler gibi yüreğimize ulaşmayı başarır. Bizim içimizdeki düzenlenmiş seslere tepki veren kısım nerededir? Bunu büyük bir zevk kaynağı haline getiren bizi duraksatan ve bir araya gelmemizi sağlayan? Buna neden ihtiyacımız var? Daha önemlisi kimin için?”

Bölge içinde sesler çok yoğun. Şelalenin, görülmeyen kuşların ve ara sıra karşımıza dikilen köpeğin sesleri. Diyaloglar arasında giren telli çalgı sesleri. Bölge’nin kendine özgü ayrı bir ses evreni olsa da herhangi bir koku yok. Hatta karakterlerimiz renklenmiş ve çiçek açmış nebatların kokusunu alamadıkları için biraz üzülüyor bile diyebiliriz.

Tarkovski İz Sürücüyü bilim-kurgu olarak görmüyor, bilim-kurguyu anlatmak istediği meselenin aracı olarak görüyor. Tarkovski için sinemada önemli olan türler değildir anlatmak istediği meseledir. Gerçekten yürek gözünü açıp bu filmi izleyen herkes kendinden ve hayattan pek çok şey bulabilir. son derece sarih ve dürüstçe aktarılan her şeyi görüp hissedebilir.

“Ah tanrım şu insanlar… Onları görmedin mi? Gözleri boş bakıyor. Akıllarındaki tek şey kendilerini gereğinden ucuza satmamak! Bütün duygularını en fazla nasıl tatmin edebilecekleri. Önceden belirlenmiş bir amaçla doğduklarına çok eminler. Ne de olsa sadece bir kez yaşıyorlar! Böyle insanlar bir şeye inanabilir mi? Hiç kimse inanmıyor. Hiç kimse. Ah tanrım…”